Hero Mother*
“Hero Mother” (Kahraman anne)
Post-komunist
kadın sanatçılar kahramanlık kavramını ele alıyor.
(Momentum, 14
Mayıs-12 Haziran 2016)
Kadın denince
akla ilk gelen olgu annelik, annelik sanki kadın olmanın eş anlamlısı.
Anneliğin ardından da eş, aşçı, temizlikçi, ucuz emekçi gibi vasıflar geliyor.
Gene de itibar edilen kadın olmak değil de, annelik. Annelik de kendisine
atfedillen bunca tanımla sonuna kadar
doldurularak, anlamsızlaştırılmış durumda. (Zaten bir kadın olarak sadece annelik
vasfım ile değerlendirileceksem bırak kalsın...)
Burada bir
eleştirmen, kadın ve anne olarak ele aldığım serginin adı da ‘Kahraman anne’. Kahraman
kadın değil, kahraman olan sadece anne. Dedim ya, zaten kadın anne değilse hiç
bir şey...
Peki nereden
geliyor bu ‘kahraman anne’ olgusu? Sergide yer alan sanatçılardan Elżbieta
Jabłońska’nın kullandığı anlamda çizgi romanların süper
kahramanlarından gelmediği kesin. Polanyalı sanatçı
Jabłońska kendini tamamiyle çocuklarına adayan anne olgusunu ele
aldığı fotoğraflarında, oğluyla birlikte poz veriyor. Her bir fotoğrafta kucağında
bir erkek çocuk olan kadını, evinin farklı köşelerinde ve farklı kahraman kıyafetleri
(Batman ve Superman gibi) içinde görüyoruz. Fotoğraflardaki kadın tamamen
bezmiş ve hissiyatsız bir ifade ile izleyiciye bakıyor. Arka planda ise
mükemmel olan anneden bekleneceği gibi derli toplu bir ev köşesi var. Bu
fotoğraflar her toplumda kadına yapıştırılan o mükemmel anne olma durumunu
süper kahramanlık ve kahraman annelik üzerinden eleştiriyor.
Momentum’da yer
alan ve sanatçılarını Doğu Blok’unun
post-sosyalist döneminden kadınların oluşturduğu serginin üst başlığı ‘Kahraman
anne’, Sovyetler Birliği’nde on ve üzerinde çocuk doğurmuş annelere verilen bir
onur nişanı. Kadınlar bu nişanı onuncu çocuklarının doğumuyla birlikte hak
ediyorlar. Öncelikli amaç elbetteki ulusun devamını teşvik etmek. Bu nişanı
alan annelere devlet tarafından ekonomik anlamda sağlanan belirli bir de yardım
var. Ayrıca ‘Kahraman Anne’ nişanı Sovyetler Birliği altında alınabilecek en üst
düzey nişanlardan birisi.
Sergiye katılan
30 kadın sanatçı da, Berlin duvarının yıkılmasının ardından doğu Avrupa
ülkelerinde esen barışçıl devrim rüzgarlarıyla kurulan parlamenter demokrasi
döneminde çalışmalarını üretiyorlar. 20 farklı ülkeden gelen sanatçıların hepsi
çalışmalarıyla sosyalist ya da demokratik rejim altında kadına sunulan rolleri
ele alıp değerlendiriyor.
Serginin
kuratörlerinden Bojana Pejić katolog
yazısında kadınlar için yapay olarak üretilmiş iki farklı günü, 8 Mart işçi
kadınlar günü ve anneler günü, ele alarak her yerde kadınların aynı muameleye farklı
formlarda maruz kaldığının altını çiziyor.
8 Mart işçi
kadınlar gününe karşılık anneler günü...
Pejić 8 Mart işçi
kadınlar gününün sosyalist devletler altında resmi tatil olarak kabul edilirken,
bu günde kadın ve erkek kimsenin çalışma zorunluluğu bulunmadığını belirtiyor. Aslında
8 Mart bütün çalışanlar için tatil günü. Fakat bu tatil gününün kadınlar için
tek farkı, her zaman yaptıkları ev içi ödeneksiz işlerini iş stresi olmadan yerine
getirmeleri, ev temizliği, yemek ve çocuk bakımınıyla tıpkı diğer günlerde
olduğu gibi ilgileniyorlar. Tabii genellikle 8 Mart’ta devlet tarafından düzenlenen
şenliklerde çalışanlar da kadınlar
oluyor. Yani kadının kendi gününde bile gene işçi olarak kullanılması söz
konusu.
8 Mart sadece
sosyalist devletler altında değil, demokratik devletler altında da kutlanılan
bir gün. Yanlız Batı’da 8 Mart’ta kadınlar kendi hakları için sokaklara
dökülüyor. Batı’da işçi kadınlar günü kürtaj hakkı, eşit maaş, daha uzun ve
maaşlı annelik izni için yumrukların havaya
kaldırılıp, yürüyüş ve gösterilerin düzenlediği bir günken, Pejić Doğu’da sosyalist kadınların
evlerinde tutulup kırmızı karanfiller ile ödüllendirildiklerini belirtiyor. Doğu’daki
sosyalist kadınlar için kendi günlerinde yumruklarını havaya kaldırıp
gösteriler düzenlemesi düşünülemezdi çünkü bu tür gösteriler ancak devlet
tarafından organize edilebilirdi.
Pejić’in 8 Mart üzerinden vurguladığı bir diğer olgu ise bu gün üzerinden
üretilen bir hafıza kaybı ve bu hafızasızlıkla birlikte komünizme dair
kurgulanan romantizm. Kuratöre göre bu romantik ya da idealist bakış altında
cinsiyetlerin eşitliği akla gelen ilk kurgu. Oysaki her dönemde, her
rejimde yaşanan tüm değişimlerden en çok
etkilenenler gene kadınlar. Eski sosyalist devletlerde de rejim değişiminin
ardından yaşanan ekonomik krizlerde işini ilk kaybedenlerin post-sosyalist işçi
kadınların olduğunu da belirtiyor. Kadınlar daha önceden annelik ile
kazandıkları tüm avantajları, post-sosyalist dönemde kaybediyor. Yeni ekonomik
yasalar kadınların annelik avantajlarını ellerinden alırken, bu yeni
düzenlemelerden gene en çok etkilenenler cinsel azınlıklar, yani eşcinsel
çiftler ve tabii yanlız anneler oluyor.
‘Kahraman Anne’de yer alan Estonyalı sanatçı Anna-Stina Treumund 2011
tarihli ‘Mothers’ (Anneler) videosunda da bu konuyu ele alıyor. Estonya’da
özellikle son zamanlarda medya üzerinden cinsel azınlıklara dair bir nefret
kampanyası yürütülmekte. Treumund eşcinsel (lezbiyen) anneler ile yaptığı
röportajlarda, bu kadınların içinde yaşadıkları toplumda karşılaştıkları
gündelik ve yasal problemleri anlatıyor. Bu kadınlar sadece toplumdaki nefret
ile değil aynı zamanda devlet tarafından uygulanan politikalar ile de baş etmek
durumundalar. Eşcinsel ailelerin çocukları toplum içinde çok daha farklı
problemlerle yüzleşmek durumundayken, devlet normalde her çocuk için verdiği
yardımı bu çocuklara vermiyor. Burada kadının anne olması onu gene de
kurtarmıyor, eğer kadın devlet tarafından kabul edilebilir şartlarda anne
olmadıysa, yani hetero bir evlilik aktı içinde değilse, diğer annelerle aynı
haklara sahip olamıyor.
Kadınlara biçilen
diğer gün, anneler günü dünyada her devlet ve rejim altında kutlanılıyor. Pejić’in de belirttiği gibi, aslında anneler
günü kadının ömür boyu bedava işçiliğinin yüceltilmesinden başka bir şey değil.
Elbetteki hangi devlet ya da rejim altında olursa olsun, rejimin ya da ulusun
devamını sağlamak kadına düşüyor. Kadın doğurduğu sürece ulus devam edebilir. Tabii
ki bu açıdan bakılınca tüm devletler hetero evlilikleri ve anneliği onore edip,
daha da ileri giderek kadın bedenleri üzerinde hak iddia edebiliyor.
Stefanie Gromes ve Katrin Hafemann, kadın bedeninin yani özel olanın aynı
zamanda politik olduğunu da sunan ‘7 Tage...’ (7 gün) çalışmasında, kendi
bedenleri üzerinden protestolar düzenleyen aktivist grup FEMEN’in Berlin grubu
ile yaptıkları belgesel röportajda beden ve politika kavramlarını ele alıyor.
2007’de Ukrayna’da kurulan FEMEN kısa sürede tüm dünyada etkisini gösteren ve
kadın hakları üzerine çalışan bir grup. FEMEN elemanları kendi çıplak
bedenlerini sloganlarının panosu olarak kullanırken onların çıplaklıkları
kadını adeta köleleştiren ataerkil topluma karşı bir silah oluyor.
Bir grup kadın toplumu tamamen karşısına aldığı bu tarz feminist eylemlerde
bulunurken, diğer bir grup bu tür eylemleri anlamsız olarak değerlendirebilir. Rusya’da
kadınlar arasında yaygın olan görüş, kadınların her türlü özgürlüğe sahip
olduğu. Rus sanatçı Anastasia Vepreva 2013 tarihli videosu ‘She has to’ ile aslında
Rusya’da kadınların medya ile nasıl programlandıklarını gösteriyor. Rus
televizyonunda yayınlanmakta olan bir programdan farklı detayları alıp
montajladığı (found footage) görüntüler ile toplumda kadına ve erkeğe atfedilen
rollerin ne kadar kesin ve ataerkil olduğunu gösteriyor. Aile içinde ve dışında
kadının görevlerinin uzun bir listesi olmasına rağmen, kadının gene de erkeğin
gölgesinde kalması gerekiyor. Ard arda konulan ve kadına sürekli erkeğini mutlu
etmesini öğütleyen görüntüler bir süre sonra absürtleşiyor ve ikna edici
olmaktan daha çok karşı çıkma isteğini uyandırıyor.
Günümüzde devletler
tarafından kadına biçilen konum çok daha kesin ve sınırlı bir yöne doğru
kayıyor. Kadının toplumdaki konumunun bu kadar hiçleştirildiği bir zamanda
‘Kahraman Anne’ sergisi izleyiciye sunduğu eleştiriler ile gerçekten önemli bir
yere oturuyor. Kadın bedeni üzerinden
politika yapılan bir meta. Kadının anne olabilmesi aynı zamanda onun bedeninin
devlet malı olarak görülmesine neden oluyor.
Fakat kadın sadece anne değil aynı zamanda bir birey ve kendi üzerinden
yürütülen tüm oyunların farkında. Simon
Sheikh’in de dediği gibi ‘Sanatçı
ve entellektüeller sadece toplumla alakadar olmamalı, toplumda yeni bir bilinç,
muhalefet ve farklı platformlar oluşturmalı.’ Serginin izleyiciye sunduğu da bu
aslında.
*Avrupa Kültür'ün 4. sayısında yayınlanmıştır. (https://issuu.com/aypa/docs/avrupa-kultur-04)
Comments