‚neredeyse yaşayacaktın‘

Fotoğraf: Ezgi Kılınçaslan

Ezgi Kılınçaslan
(Apartman Projesi, Brln, 02Kasım-25Kasım)1

"Biz de senin gibiydik," diyorlar. "Hiçbir suale cevap alamazsın. Asıl olan içindeki hasrettir; onu söndürmemeye çalış."2  (Ahmet Hamdi Tanpınar)

İçerisi dışarısı, geçmiş gelecek, ölüm yaşam...
Arada bir eşikte kalakalmak, ne ileri ne geri ama hep diğerinin hasreti...

Orpheus ölüler alemine gidipte dönen ilk yaşayan ruhtu.

Sevgilisi Eurydike’yi kaybedince öyle içten okudu ki ağıdını, dayanamadı Hades tek bir koşul altında bir şans verdi ona. Sabretmeliydi, her iki ruh da yeraltından çıkmadan bakmayacaktı sevgilisinin yüzüne. Her ne kadar kabul etse de Orpheus gene de dayanamadı, geçer geçmez eşiği döndü arkasına. İşte o anda kaybetti Eurydike’yi yeniden ve sonsuza kadar.

Orfeus’un dramı orada bitmedi, kaybedilenin bıraktığı boşluk derinleşti ve çektikçe çekti onu içine. Yitirilenin ardından kalan, yaşanmış hatıralar ve olmamasının bıraktığı boşluk. Boşlukta yüzen hatıralar ise var olmayan, nesne bile olamayan hisler. Geçmiş anılar, ne gerçek ne de gerçek dışı, maziden çıkıp gelen imgeler, artık var olmayanın yansıması.

Bellekte kalan hatıra bir imgedir, hatırlanan ise bu imgenin yansımasıdır. Su üstüne düşen bir suret gibi, dokunulamayan, tutulamayan bir yansıma. Su dalgalandığında imge de bulanıklaşır, hissedilir ama seçilemez.

Ezgi Kılınçaslan, Apartman Projesi Brln’de yer alan ‘neredeyse yaşayacaktın’ sergisi ile arada kalma, eşikte bulunma hallerine dair düşüncelerini ve hislerini paylaşıyor izleyenleriyle.

‘Neredeyse yaşayacaktın’ın teması sanatçının daha önce hazırladığı bir video çalışmasının ardından doğmuş. 2008 yılında Tripoli’de tanıştığı Elizabeth onun için ailesi kadar yakın olduğu bir kişi. Paylaştıkları ortak dil sayesinde Kılınçaslan, Elizabeth’in tüm hikayesini öğrendiği gibi, onun renkli ve büyüleyici kişiliğinden de çok etkilenmiş. Daha bir çocukken soykırımdan kaçan ailesiyle birlikte Adana’dan Lübnan‘a gelen Elizabeth’in, Adana’ya olan hasreti ve memleketi olarak kabul ettiği şehri yeniden görebilme arzusu, sanatçının 2011 yılında gerçekleştirdiği ‘Babaanneler’in Türkiye’ye seyahati projesinin temelini oluşturmuş. Fakat tam da bu projenin planlandığı günlerde Elizabeth’in barbarca öldürülmesi ile bu seyahat onun yokluğuyla gerçekleştirilmiş.

Bu trajik olayın ardından sanatçı, Elizabeth ile başladığı Ermeni soykırımı hakkındaki sözlü tarih araştırmasına daha da ağırlık vermiş. Bu amaçla pek çok farklı ülkelerde pek çok insanla yaptığı röportajlara dair, içinde bir şeyin hep noksan kaldığı hissinin olduğunu belirten sanatçı: ‘Tanıklığın tanıklığının’ getirdiği eksiklik hissinden bahsediyor. Aslında tanık hiç bir zaman için olayın tam olarak öznesi olamaz, olayın öznesi olmak demek olayın sonucu olan ölümü yaşamak demektir. Bu durumda her tanık aslında eksik bir öznedir.3 Sanatçı da tanıklığın tanıklığını yaptığı bu sözlü tarih çalışmasında, kendi tanıklığının eksikliğini bir şekilde hep hissediyor. Bu duygudan yola çıkarak arada kalma, eşikte olma durumu üzerine çalışmaya başlıyor.

Arada kalmak, hiç bir yere ait olmamaktır aslında, asfaltın üzerine tamamen yapışmış ve sadece bir izden ibaret olan fare gibi. O fare, ne orada ne de değil. Tam da hiç bir yerde olamama, ne gidebilme ne de kalabilme halinin somutlaşması, biçim alması.

Asfalttaki o iz, bellekte kalan anıların izleriyle örtüşüyor. Hatıralar da bir türlü somutlaşamayan, nesneleşemeyen hislere dönüşüyor. Bu somutlaşamayan hisler de sanatçının çizimlerine,  çivi ve aynalarla yaptığı deneysel çalışmalara yansıyor. İki taraflı bir ortam olan ayna eşik kavramı için güçlü bir imge. Aynanın dışındaki özne kendini onun içinden görür ve aynaya bakış diğer tarafa geçme fikrini ister istemez doğurur. Özne bu tarafta bulunsa da, imgesi diğer taraftadır.

Kılınçaslan’ın aynaları da diğer tarafa geçmek isteyen çivilerce parçalanmış durumda. İmge dışında hiç birşeyin diğer tarafa geçmesine izin vermeyen ayna, buna direnen özne tarafından parçalanmış. Ayna kendine uygulanan dirence dayanamamış. Oysa çivi doğası gereği diğer tarafa geçmek için oradadır. Bir kısmı burada kalıp varlığını sürdürse de, bir kısmı diğer tarafa geçer ve görünmez olur, o taraftaki varlığı görünmezdir. O zaman çivi hem burada hem orada olabilir mi?

Eşikte olmak garip bir duygu, bir değişimin belirtisi, gene de ne olacağının bilinememesinin belirsizliği. İçeri kabul edilmek ya da dışarıda bırakılmak.
Eşiğe ulaşmak bir değişimin habercisidir, eşik geçildiğinde algılar değişir. Acı eşiği geçildiğinde acı hissedilmez olur. Haz eşiği geçildiğinde haz acıya dönüşür. Yani hep bir eksiklik hali... Tam olarak ne olduğu bilinmese de, eksikliği hissedilenin hasreti. Ahmet Hamdi Tanpınar, ‘Beş Şehir’ kitabında insanın içinde hissettiği bu boşluktan bahseder, mazi ve gelecek arasında kalma halinden. Yitirilenin, mazide kalanın bıraktığı boşluk, aynı zamanda geride kalanı kendine doğru çeken bir boşluktur.

‘...muhakkak ki bu eski şeyleri kendileri için sevmiyoruz. Bizi onlara doğru çeken bıraktıkları boşluğun kendisidir. Ortada izi bulunsun veya bulunmasın, içimizdeki didişmeden kayıp olduğunu sandığımız bir tarafımızı onlarda arıyoruz.’4

Sanatçı bir duvarda Tanpınar’ı cezbeden boşluk ve artık var olmayanın hasretini dile dökerken, diğer duvardan yansıttığı Romanyalı-Alman  şair Paul Celan, Tanpınar’a ‘dilsiz güz kokuları’ ile cevap veriyor. Bir tarafta Tanpınar’ın dile getirdiği ve çekim gücüne karşı koyamadığı boşluk, diğer tarafta hiç kimseye ait olmayan, tamamen yabancı bir kaybolmuşluk hali. Ne var ne yok, ne nesne ne değil, belki sadece bir his o da somutlaşamayan bir duygu.
“...sanki neredeyse yaşayacaktın.” (Paul Celan)

Ezgi Kılınçaslan’ın, Apartman Projesi Berlin’de devam eden sergisi ‘Neredeyse yaşayacaktın’ (Du hättest beinah gelebt) eşikte kalma, maziye hasret ile geleceğin belirsizliği arasında şıkışıp kalma durumunu şiirsel bir görsellik ve estetikle seriyor izleyicisinin önüne.

Fotoğraf: Ezgi Kılınçaslan


---------------------------------

  1-Hertzbergstrasse 13, 12055, Berlin.
  2-Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Dergah Yayınları, 2016.
  3- Zeynep Sayın, Ölüm Terbiyesi, Metis Yayınları, İst., 2017.
  4-Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Dergah Yayınları, 2016.
  5-Paul Celan, Neredeyse yaşayacaktın, türkçe çevirisi: Oruç Aruoba.

Comments

Popular Posts